31 Aralık 2013 Salı

Gıda Güvenliği ve Güvenilirliği Bağlamında Biyolojik Mücadele


Bitkisel üretimde hastalık ve zararlılarla mücadele edilmediğinde ortalama olarak %30-35 oranda ürün kaybı yaşanğı bilinmektedir. Bu kayıp ora salgın yapan ZOlarda %100e çıkabilmektedir. Tarih boyunca bitki hastalık ve zararlılandan kaynaklanan çok sayıda kıtlık vaana bağ insan ölümleri veya gıda noksanlığına bağ olarak ortaya çıkmış çok sayıda savaş kaydedilmiştir. Yani bitki sağğı tedbirleri gıda güvenli kapsanda vazgeçilemez uygulamalardan biridir. Bu uygulamaların yapılmama maddi kayıplara yol açğı gibi insan gıda olarak tüketilen ürünlerde ceklenme, bakteriyel veya fungal etmenlerden kaynaklanan küflenme ve buna bağ olarak bazı toksinlerin gelişmesi gibi insan sağğına son derece zarar durumların ortaya çıkmana neden olmaktadır.


Hayvansal veya bitkisel olsun tüm gıdaların üretiminde bitkisel üretim ve bitkisel üretimin her sürecinde ise bitki sağğı uygulamala varr. Bu faaliyetlerin ana hedefinde bitkilerde oluşan kayıpla önlemek veya azaltmak varken diğer hedefleri ise çevreyi kirletmemek, insan sağğına ve diğer canlılara zarar vermemek varr. Fakat bu iki hedefe aynı anda ulaşmak, yani ZOla başa ile kontrol ederken çevreye, insana veya hedef dışı diğer canlılara zarar vermemek çok kolay bir iş değildir. Günümüzün gelişen teknolojisi sayesinde üretim alanlanda yapılan zirai mücadele faaliyetlerinin özellikle hedef dışı organizmalara olan zararını azaltmak mümkündür. Bunun en önemli göstergesi Uçakla Havadan Zirai Mücadelenin yasaklanma ve BKÜnin yalnızca belli ürün gruplanda ruhsatlanmasıdır. Özellikle 20.yy ortalanda geliştirilmiş geniş spektrumlu Organik Fosforlu ve Karbamatlı ilaçların yasaklanarak piyasadan çekilmesi insan ve çevre sağğı ından ileri bir adım olarak öne çıkmakla birlikte bitkisel üretimdeki ZOlarla mücadeleyi zorlaştırmışr. Çünkü



küreselleşme olgunsa bağ olarak artan tamsal ticaret ve buna bağ olarak özellikle üretim materyallerinin hızlı değişimi ve insan trafiği hastalık ve zararlılanda hızla dünyanın diğer bölgelerine yayılma sonucunu doğurmuştur. Bugün için ülkemizde 552 adet ekonomik düzeyde zarar yapan organizma bulunmaktadır. Bunların sayısının yakın gelecekte azalmandan ziyade artma beklenmektedir ve bu durum gelişmiş tüm tarım ülkeleri için aynıdır. Bu tehlikenin önüne geçilmesi için artırılan her karantina tedbiri yeni bir maliyet ve ticaret engeli olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum dünyanın yedinci büyük tamsal ekonomisine sahip ve net tamsal ürün ihracatçı Türkiye gibi ülkeler için sürdürülebilir tamsal üretim ve ihracat için ciddi bir risk oluşturmaktadır.


Hastalık ve zararlılarla mücadelede maliyetleri aşağı çekmesi ve kontrol etkinliği artırma için öne çıkan diğer bir uygulama ise genetiği değiştirilmiş ve bu yolla hastalık veya zararlılara dayaklılık kazandırılmış veya ilaç toksisitesine dayak hale getirilmiş tohumlarla üretim yapmakr. Bu konuda ise GDOlu ürünlerin insan ve çevre sağğına olan etkileri üzerinde süren tartışmalara ilaveten özellikle herbistlere dayaklı GDOlu tohumların yaygın kullanımı sonucu tarım topraklanda artan herbisit kantı önemli bir sorundur. GDO kullanımı riskler taşımakla birlikte konvansiyonel tarımın mevcut haliyle devam etmesi ise pestisit kullanımın giderek artma ve bunun sonucu olarak doğal kaynakların telafi edilemez şekilde kirletilmesi durumunu ortaya çıkarmaktadır. Tamsal üretim içinde yer alan ve sektörün geleceği ile ilgili kafa yoran herkes, dünyada artan nüfusu beslemenin ve kentlerde oturan milyonlarca insanın gıda güvenliğini yani yeterince besine istenen zamanda ulaşmasını sağlamanın fazlaca bir alternatifi olmadığını bilmektedir. Alternatif olarak değerlendirilebilecek olan Organik Tarım ise modern hayattan vazgeçmeyecek milyarlarca insan için değil ama alternatif yaşam arayışı içerisinde olan  varlık vgıda güvenliği sorunolamayan küçük bir kesim için mümkün olabilir. Fakat dünyanın tümü için erişilebilir güvenli gıda üretimi yalnızca Entegre Zirai Mücadele olarak tarif edilen bütün tekniklerin bir arada ve optimum düzeyde sürdürülebilirliği öngörecek şekilde kullanıldığı bir ntemle mümkündür.



Dayak tohum seçimi ile başlayan, uygun üretim tekniklerinin kullanımı ve hastalık, zarar ve fayda popülasyonun sürekli takip edilerek üretim alandaki faydalılara en az zarar olacak kültürel, fiziksel, biyoteknik ve BM ntemlerinin kullanılarak ZO popülasyonun yok edilmediği sadece zarar olma oranın alnda tutulduğu entegre mücadelenin gıda güvenliğini sağlamanın en uygun yoludur. Bu amaca hizmet edecek olan entegre mücadelenin en önemli ve zor bileşeni ise kuşkusuz BMdir. Bilinmelidir ki BM olmadan Entegre Mücadele yapılamadığı gibi BM yapılan bir alanda ise entegre mücadele yapılma teknik açıdan bir zorunluluktur.


İkinci dünya savaşından sonra, dünyada yaşan göreceli huzur ve ekonomik gelişmeye paralel dünya nüfusu da hızla artmışr. 1900 yında yaklaşık 1,5 milyar olan dünya nüfusu 1950 yında 3 milyar, 2000 yında ise yüzyılın başındaki nüfusun dört ka olacak şekilde 6 milyar olmuştur. Hızla artan dünya nüfusu 2011 yında ise 7 milya geçmiştir. Bu hızlı nüfus artışına paralel olarak gıda arzının da artma mecburiyeti ve bu nedenle bitkisel üretimde en büyük ekonomik kayba yol an ZOlarla en kısa sürede ve en etkili şekilde mücadele edilmesi gereği ortadadır.
Birleşmiş milletler tarafından 2004 yında yapılan detay bir nüfus tahmin çalışmanda, dünya nüfusunun artmaya devam ederek 2075 yında 9-10 milyar olacağı bildirilmiştir. Aynı raporda, bu nüfus artışının daha sonra doğum oranlarının düşmesine paralel olarak azalacağı fakat nüfusun azalmana rağmen ortalama  insan  ömrünün  artarak  87-106 yıl olmasıyla birlikte 2300 yında dünya nüfusunun 8-9 milyar olacağı tahmin edilmiştir. Birleşmiş milletler tarafından yapılan bu  çalışmaya göre Türkiyenin nüfusunun 2055 yında 98,1 milyon zirve yapacağı, 2100 yında 90,3 ve 2200 yında 87,5 olacağı ve 2300 yına kadar bu civarda sabitleneceği belirtilmiştir (Anonim 2012b).


Tamsal faaliyetlerin seyri doğal olarak gıda talebini yaratan nüfusun büme seyri ile ilkilidir. Yukarıda ıklanan veriler kısaca dünya nüfusunun gtiğimiz 20.yy yaklaşık % 400 arğını, fakat 21.yyda bu artışın
%50 olacağı 22. ve 23. yylarda ise dünyanın sabit bir nüfusa kavuşacağını göstermektedir. Gıda üretimini etkileyen bu verilere ilaveten göz önünde bulundurulma gereken diğer bir husus ise günlük beslenme rejimidir. Yani



kişi başına kilo kalori cinsinden anan günlük gıda miktarıdır. Bu miktar artan gelir seviyesi ve refah düzeyi ile birlikte her geçen gün artmaktadır.
Birleşmiş milletler gıda ve tarım örgütü (FAO) verilerine göre dünya nüfusunun en zengin %20lik kısmı üretilen toplam gıdanın %76,6sını tüketmektedir. Yine dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan %60lık kesim ise üretilen gıdanın %21,9nu tüketirken en fakir %20lik kesim ise bu paydan ancak %1,5 almaktadır. Bu istatistiklerde en gelişmiş ülkelerin (Kuzey Amerika ve Ba Avrupa) kişi başına 3400-3800 kcal. tükettiği fakat dünyanın geri kalanın ancak bu rakamların yarı veya daha azı oranda beslendiği rülmektedir. FAO aynı zamanda 2011 yında açlık çeken dünya nüfusunun 1 milya aşğını fakat kötü beslenen nüfusun da en az 925 milyon civanda olduğunu duyurmuştur.


Birleşmiş milletler verilerine göre nüfus artışı ve açlık sorununa paralel diğer değer önemli bir sorun da artan gıda fiyatlarıdır. Dünyanın hızla geliştiği ve doğal kaynakların bu amaçla hızla tüketildiği 1960-2010 arası dönemde gıda fiyatlanda genel olarak aşağı doğru bir düşüş izlenmiştir. Fakat bu olumlu tablo 2000li yıllarda bozulmuş ve gıda fiyatla hızla yükselmeye başlamışr. Bu yükselme örneğin en önemli temel gıda maddesi olan şekerde 2000-2007 yılla ara dört kat olmuştur (Anonim 2012c). Gıda fiyatlarının hızla yükselmesi 2007 yında bir gıda krizine yol açmış ve özelikle büyük yerleşim yerlerinde gıda güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarmışr. Yapılan değerlendirmeler sonucunda gıda fiyatların artmasının en büyük nedeninin iklim değliğine paralel gelişen bitkisel üretim sorunla olduğu tespit edilmiştir. Bu sorunların başında aşırı yağışlar, dolu, don ve kuraklıkla beraber artan hastalık ve zarar baskı ile bitkilerin hastalık ve zararlılara daha duyar hale gelmiş olma gelmektedir. Normal koşullarda tüm zirai mücadele faaliyetlerine rağmen bitkisel üretimde %30-35 oranda kayba yol açğı kabul edilen ZOların iklim değişikliğine bağ olarak daha yüksek oranda zarara neden olacağı ve epidemik olayların daha sık yaşanacağı beklenmektedir. NATO tarafından oluşturulan Sağlık, Tarım ve Gıda ortak çalışma grubu 2010 yında yayınlamış olduğu Küresel Isınma konulu raporunda bu konuya dikkat çekmiştir. A geçen raporda küresel ısınmaya bağ olarak bitki sağğında yaşanacak muhtemel durumlar şu şekilde listelemiştir.
( Anonim 2012d).



Mevcut yetiştiricilik sistemlerinin levsiz kalması,
1.     Zarar baskısının ve vektör kökenli hastalıkların az olduğu yüzsek rakımlardaki tarım alanlanda hastalık ve zararlıların artması,
2.     Artan tarım ticareti ile birlikte küresel ısınmanın da etkisiyle hastalık ve zararlıların daha geniş alanlara yayılma ve daha tahripkâr ve şiddetli seyrederek daha çok ekonomik kayba yol ması,
3.     Egzotik parazit yaban otların hızla yayılması,
4.     Uzayan vejetasyon periyod nedeniyle hastalık ve zararlılarla daha uzun süre mücadele edilmesi zorunluluğu ortaya çıkması,
5.     Kışların sıcak geçmesinden dola fungal etmenlerin inokulum kaynaklarının zayıflamaması,
6.     Vektör ceklerin her dönem bulunmandan dola virüsten ari üretim materyali üretiminin zorlaşması,
7.     Abiyotik stres koşulların artma nedeniyle bitkilerin parazit hastalıklara karşı çok daha duyar hale gelmesi,
8.     FOların daha geniş alana yayılma neticesinde zararlı/faydalı dengesinin daha geniş alanlarda kurulma ihtimali varr.


Bu değerlendirme sonucunda gıda arzının 2050 yına kadar en az %50 oranda artırılma gerektiği ve bu artışın, bir milyardan fazla insanın açlıkla mücadele ettiği ve yaklaşık bir milyarının da kötü beslendiği göz önünde alınırsa, daha uzun bir süre devam ettirilmesi gerekmektedir. Buna ilaveten yerkürede artan genel refah seviyesinin de gıda talebini artıracağını tahminini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. FAO tarafından yapılan bir değerlendirmede tamda yil devrimin gerçekleştiği 1960 yında dünya nüfusunun 3.3 milyar olduğu buna karşın 1 milyar ton tahıl üretildiği, 2010 yında dünya nüfusu 6.9 milyar iken tahıl üretiminin 2.2 milyar ton olduğu ve 2050 yında dünyanın nüfusunun 9.2 milyar olacağı buna karşın üretilmesi gereken tahıl üretiminin 3.4 milyar ton olduğu rapor edilmiştir. Bu verilerden insanoğlunun temel besin ürünü olan tahıl üretiminde önümüzdeki dönemde %46 oranda bir üretim artışının sağlanma gerektiği ortadadır. FAO raporunda bu artışın gerekliliği vurgularken aynı zamanda 2050 yına kadar sera gazı salınımın %160, oranda artacağı, küresel ısınmanın +4 0C daha artacağı, kişi başına düşen arazi miktarının %24, dekar başına verimin %8, tamda kullanılan su



miktarının %24 ve bitkisel biyoçeşitliliğinin de %34 oranda azalacağı bildirilmiştir.



Bütün bu parametreler dünya gıda arzının artırılma ve artışın 22. ve 23.yy kadar sürdürülebilir kılınma gerektiğini göstermektedir. Gıda arzının artışı ve sürdürülebilirliği, bitkisel üretimin artma ve sürdürülebilir kılınma ile mümkündür. Bu durumda bitkisel üretimde hastalık ve zararlılardan kaynaklanan %30-35 orandaki kaybın azaltılmahayati bir değer taşımaktadır. İfade edilen tüm nedenlerden dola bitkisel üretimde sürdürülebilir bitki koruma faaliyetlerinin yapılma mecburidir. Sürdürülebilir bir tarım için ise en uygun mücadele şekli tüm bitki koruma ntemlerinin bilimsel veriler ışığında beraber kullanıldığı Entegre mücadeledir. Entegre mücadelenin en sürdürülebilir unsuru ise canlı olma sebebiyle soyunu devam ettirmesi ve doğaya uyum sağladığında sürekli bir denge unsuru olmanedeniyle BM ürünleridir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder